Prof. Dr. İrfan YALÇINKAYA tarafından hazırlanan mesleki bilgi, belge, haber ve çalışmaları içerir. İş adresi: İstanbul Sultanbeyli Devlet Hastanesi / 6. kat ; İş tel: (216) 5642400/1624-1635 (Pazartesi, Perşembe ve Cuma saat 10-15 arası) ; 6061141/1110 (Çarşamba 10-12 arası Marmara Ün. Maltepe Başıbüyük Dr. Asaf Ataseven Hastanesi / -1. kat) ; E-posta: profdrirfanyalcinkaya@gmail.com (E-posta ve dahili tel ile hasta danışabilirsiniz. MHRS randevunuz olmasa da, müsaitsem bakarım)
Merhaba, Yıllardır Göğüs Cerrahisi Stajlarında ilk ders olarak anlattığım "Göğüs Cerrahisi’ne Giriş 2023" videosunu YouTube'a yükledim. Bu dersi hazırlamamdaki amacım; Göğüs Cerrahisi Stajı’na yeni başlayan stajyerlere ve Göğüs Cerrahisi Branşı “nedir, ne değildir” diye merak eden herkese Göğüs Cerrahisi’nin kısa tarihçesi, kapsamı, özellikleri konusunda bilgiler vermek ve başta sigara ve tıp eğitimi olmak üzere bazı konularda düşüncelerimi ve tecrübemi kısaca aktarmaktır. İlginç fotoğraf ve videokliplere de yer verdiğim video 40 dk’dır. Dersin ilginizi çekeceğini, seyredeceğinizi ve özellikle Göğüs Cerrahisi Staj Eğitimi yapan meslektaşlarımın stajyerlerine tavsiye edeceğini umuyorum. Selamlar, saygılar.
TÜRK
GÖĞÜS CERRAHİSİ DERNEĞİ ÜYELİĞİMİN ÇEYREK YÜZYILININ DEĞERLENDİRİLMESİ VE
İSTİFA KARARI SÜRECİMİN ÖYKÜSÜ
İzninizle bir
fıkrayla başlayalım, gülümseyelim.
Karacıların
komutanı tatbikat sırasında bir asker çağırmış. Asker: "Emret
komutanım" diyerek yanına gitmiş. Komutanı yere yatmasını istemiş. Daha
sonra da bir tanka askerin üzerinden geçmesi için emir vermiş. Asker kılını
bile kıpırdatmadan yattığı yerde beklemiş ve malumunuz ezilmiş. Komutan
diğerlerine dönerek: "İşte cesaret" demiş. Havacıların komutanı bir
asker çağırmış. Asker: "Emret komutanım" diyerek komutanının yanına
gitmiş.
Komutanı
helikoptere binmesini emretmiş. Asker helikoptere binmiş ve havalanmış. Daha
sonra komutanı askere aşağıya paraşütsüz atlamasını emretmiş, asker de emre
itaat etmiş ve atlamış. Yere çakılmış ve can vermiş. Komutan da diğerlerine
dönerek: "İşte cesaret" demiş. Sıra gelmiş denizci komutana. Denizci
komutan askerini çağırmış. Asker çakı gibi hazır ola geçmiş ve "Emret
komutanım" demiş. Komutan; "Derhal denize atla ve 10 dakika yüzeye
çıkma" demiş. Asker; "Hadi lan" demiş. Komutan diğer komutanlara
dönerek: "İşte asıl cesaret bu" demiş.
Türk
Göğüs Cerrahisi Derneği (TGCD) ile bir çeyrek asır geçmiş; dile kolay, gönle
zor.
Hani
derler ya, “biz kırk kişiyiz, birbirimizi biliriz”. Göğüs Cerrahisi Camiası’nda
uzman sayısı diğer branşlara göre nispeten daha az olduğundan özellikle de eskiler,
kıdemli olanlar birbirlerini iyi kötü tanırlar, bilirler. Fakat yine de yazımın
başında bilmeyenler özellikle de yeni nesil göğüs cerrahisi asistan ve
uzmanları için izninizle kendimi kısaca tanıtmak isterim.
Ankara
Üniversitesi Tıp Fakültesi (ÜTF)’ndeki 6 yıllık öğrencilik & stajyerlik
dönemimi ve meslekteki 35 yılımı toplarsanız bir Tıbbiyeli olarak 41 yılı
devirdim sayılır. “41 kere maşallah” diyelim geçelim. Ağrı’da bir yıl süren
zorunlu hizmeti ve Ankara Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Merkezi
(Sanatoryum)’ndeki dört buçuk yıllık ihtisas eğitimini bir kenara koyarsak
Göğüs Cerrahisi Uzmanı olarak 30. Yılımın içindeyim.
Van
Yüzüncü Yıl ÜTF’nde Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı (AD)’nın ilk öğretim üyesi
olarak başladım ve 11 yıl kaldım. Doçentlik, uzmanlıktan 9 yıl sonra ve 3.
başvuruda nasip oldu.
Sanatoryum,
Üniversite derken bilahare bir başka Sanatoryum olan İstanbul İstanbul
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi
(EAH)’ne Klinik Şefi olarak atandım. ‘Kıdemli doçent’likte 14. yıl bitiminde
2017’de yeni kurulan Sağlık Bilimleri ÜTF’sinde profesörlük kadrosuna geçtim.
Süreyyapaşa’da 18 yılım, profesörlükte de 6 yılım geride kaldı. Süreyyapaşa’da
ikişer yıl başhekim yardımcılığı ve başhekimlik olmak üzere 4 yıl, klinik
şefliğine ilaveten idari görev de yaptım.
Hülasa
bir hekim olarak, 1982’de tıp fakültesine öğrenci olarak adım attığım günden
bugüne kadar bu mesleğin akademik ve idari bütün aşamalarında bulundum.
Meslekte ulaşmam gereken, ulaşabileceğim başka bir unvan/makam kalmadı.
Gelelim
TGCD’ye. Kurulduğu günden beri derneğin (40.) üyesiyim, daha doğrusu üyesi
idim, 30 Eylül itibari ile üyelikten istifaen ayrıldım. Ve 25 yıldır üyesi
olduğum bu dernekte bir(er) dönem Yönetim Kuruluğu Üyeliği ve İstanbul Şubesi
Başkanlığı da yapmıştım.
Ve
bütün bunlara rağmen halihazırda derneğin yönetim kurulu başkanlığını yürüten
zat, bu yılki kongre programında 13 yıldır ilgilendiğim bir konudaki oturumda
neden yer al-a-madığımı sorduğumda önce kongre programı ile ilgilenmediğini,
bilmediğini, kongre düzenleme kurulunun sorumluluğunda olduğunu söyledi.
Halbuki önce kongre başkanı ve sekreterini aramıştım ama ulaşamamıştım.
Devamla, “Dernek başkanı olarak nasıl kongre programından haberin olmaz?”
deyince de “Evet, her şeyden haberim var; sen bu derneğin kaç üyesi var biliyor
musun?” dedi. Ben de “Dernek sitesinde kayıtlı 969 üye gözüküyor” deyince de şaşırıp
afallıyor (nicedir güncellenmemiş üye listesi istifamla anında 968’e düştü) ve hiç
bozuntuya vermeden “Kongreye herkesi çağıramayız, çağırmak zorunda değiliz”
diye ekliyor. (1) Güya kendince bana ‘binin biri’ olduğumu hatırlatıyor. Beni
başkaları ile karıştırıp başından savabileceğini ve benim de bu mukabeleyi sineye
çekip susacağımı zannediyor. Teşbihte hata olmazmış, “çingeneye beylik
vermişler, önce babasını asmış” derler. Öyle anlaşılıyor ki, diğer birçok
dernekte olduğu gibi bu dernekte de gücü bir şekilde eline geçiren kişi/kişiler
keyiflerince, gönüllerince hareket edebileceklerini sanıyorlar ve kimsenin
kendilerine itiraz edemeyeceği, hesap soramayacağı zehabına kapılıyorlar. İşin
daha da üzücü ve vahim olan yönü de diğer yönetim kurulu üyelerinin (ki sağ
olsun ikisinden biri dinledi, diğeri de sordu) ve de bu konudan haberdar olan
dernek üyelerinin düşün-dürtücü ve manidar tepkisizliği, sessizliğidir. Evet,
dernek başkanı olan beyefendinin de buyurduğu gibi ben de derneğin bine yakın
üyesinden biriyim ama yazımın başında bahsettiğim gibi (şimdi anladınız mı
neden yazıya kısa mesleki özgeçmişimi anlatarak başladığımı, amacım övünmek
değil buraya varmaktı) herhangi bir üye değilim. O zatın fikriyatı eşitlik
ilkesine uygundur ama adalet ilkesine asla uygun değildir. Bu uzmanlık
eğitimine başlayan bir asistanla, 26 yıldır asistan yetiştiren kıdemli bir
hocayı aynı kefeye koymaktır ki, tek kelimeyle zulümdür.
Yeri
gelmişken isteyen ve dileyen kimse hisse alabilsin diye bir kıssa anlatayım.
Süreyyapaşa Göğüs Cerrahisi Kliniği (SGCK) Klinik Sorumlusu iken İstanbul
Yeditepe ÜTF Dekanı ve Göğüs Cerrahisi AD Başkanı olan meslektaşımızın teklifi
ile 4. Sınıfların Göğüs Cerrahisi Stajının Sorumluluğunu üstlenmiş ve 9 yıl kadar
devam edip bırakmıştım. İşte böyle bir stajda ilk ders olan “Göğüs Cerrahisi’ne
Giriş” dersimi anlatmak üzere şimdilerde yıkılmış, yerini otlar bürümüş Cerrahi
Bloğun toplantı salonuna girdim. Stajyerlerden biri dersimi kürsüde
anlatacağımı düşünerek salonda stajyerlerin oturduğu koltuklardan biri yerine benim
ayakta değil de oturarak ders anlatmak için kullandığım yan taraftaki koltuğa
oturmuştu. Şaka ile karışık stajyere dönüp dedim ki; “Size ait olan yere değil,
hocanın koltuğuna oturmuşsun. Ziyanı yok, otur, fakat şunu bil ki hocanın oraya
oturabilmesi için ömrünün 30 yılı geçti. İnşallah uzun yıllar sonra belki bir
gün o koltuğa oturmak sana da kısmet olur”.
Demem
o ki, emeğe, tecrübeye, titre, kıdeme, hiyerarşiye değer vermeyen ve göğüs
cerrahisinin önde gelen hocalarından biri olan şahsıma saygı göstermeyen birinin
yönetim kurulu başkanı olduğu, temsil makamında oturduğu bir dernekte bir
dakika bile durmam benim için artık boş, anlamsız ve saçmalıktan başka bir şey olmazdı.
Derhal istifamı verdim. Başkalarını bilmem ama meslekte onurlu 35 yılını
doldurmuş, TGCD’ne 25 yıl elinden gelen bilimsel, akademik ve idari desteği
vermiş biri olarak şahsıma karşı sergilenen bu tür bir muameleye asla göz
yumamazdım, yummadım da. Zira uzun zamandır sabır bardağım dolmuştu ve bu son
damla ile artık taşmış oldu.
Doğrusunu
söylemek gerekirse, bu ve benzeri konularda TGCD ve onun başkanına çok da
haksızlık etmemek lazım diye düşünüyorum. Zira yalnız TGCD değil diğer
derneklerde de mevcut yapı ve zihniyet çok da farklı değildir. Yıllarca üyesi
olup da sonradan çeşitli nedenlerle yolumu ayırdığım üç göğüs hastalıkları
derneğinden iki tanesinin hikayesini daha önce kaleme almıştım. (2,3) “Göğüs Hastalıkları
ve Cerrahisi Uzmanlık Dalında Dernekler, Kongreler & Anılar, Görüşler” adlı
yazımın bir yerinde demiştim ki; “…derneklerin halihazırda birincil faaliyeti
kongre ve toplantılardır. Bu yolla akademik yönden güçlü olanlar belirli
pozisyonları deruhte edip aynı zamanda birilerine, kliniğine, çevresine,
arkadaşlarına kongre ve toplantılara katılım imkânı sağlamaktadırlar (bir çeşit
kıyak çekme). Göğüs cerrahisi uzmanı olarak göğüs hastalıkları dernekleri
kongreleri ve toplantılarında birçok defa bizlere de lütuf ve inayet
bahşettiklerine dair sözlere kulaklarım bizzat şahit olmuştur. Dernek ve
faaliyetleri bir makam mevki elde etme, güç devşirme ve camiada söz sahibi olma
imkânı sağlamaktadır. Her kongre ve toplantı, o derneğin başta önde gelenleri olmak
üzere üyelerinin bir araya gelip sosyalleşmesi, tatil yapması ve bu arada
bilimsel ve eğitimsel etkinliklerin de icra edildiği bir mecradır. Tabir-i
caizse Antalya başta olmak üzere tatil yörelerindeki beş yıldızlı otellerde ‘her
şey dahil’ konseptinde “bedava konaklıyoz yiyoz içiyoz para vermiyoz”
formatında gerçekleşmektedir…” (4) Bir kişinin, bir grubun ve göğüs
cerrahisinde de bir merkezin kontrolüne girdiği ve yanlış bulduğum başka hususları
da çekinmeden korkmadan dile getirip tavır koyduğum için geçen yıl ASYOD
üyeliğinden ayrılmıştım. İlk defa bu yılki kongreye davet edilmedim. Tahmin
ediyordum, bekliyordum, şaşırmadım. Bunu anlarım da fakat “tek göğüs cerrahisi uzmanlık
derneği” olan TGCD’nin 2023 kongresine emekli hocaların bir kısmını, bazı
merkezlerin nerdeyse tüm elemanlarını, aktif cerrahi yapmayan ya da neredeyse ‘kadrolu
yönetici’ olup cerrahiyle pek de ilgilen-e-meyen birçok ismi bile davet ederken,
beni görmemezlikten gelmesini doğrusu yadırgadım.
Aslında
diyafragma oturumu olmasa idi, TGCD başkanı olan beyefendinin “biz kongreye
herkesi çağırmak zorunda mıyız?” sözüne hak verecektim, hatta hiçbir itiraz ve
sitemim dahi olmayacaktı. Zira gerçekten her kongreye çağrılmak zorunda
değildim, kaç kongredir davet edilmediği için katıl-a-mayanlara ve özellikle
gelecek vaat eden gençlere öncelik ve fırsat vermek daha isabetli olurdu,
üstelik kongreye çağrılmayan bir ben de değildim. İlaveten son yıllarda bende
kongre ve toplantılara katılım noktasında bir doymuşluk, isteksizlik ve
bıkkınlık bile baş göstermişti.
On
sekiz yıl önce göğüs cerrahlarının diyafram konusuna ilgi göstermediklerini,
genel cerrahinin bu konuda daha baskın olduğunu bir kongredeki diyafram konulu
bir sunumumu hazırlarken fark etmiştim. Özellikle son on üç yılda diyafram
evantrasyonunda minimal invaziv yöntemi uygulamaya başladıktan sonra geçen
zaman zarfında birçok makale, özel sayı ve kongre sunumlarıyla elimden geleni
yaptım, farkındalık oluşturmaya çalıştım. Meğer yanılıyormuşum, dernek başkanı
olan zat bile diyafram konusuyla uğraştığımı bilmiyormuş, bilmek zorunda da
değilmiş. “Hem dersini bilmiyor hem de şişman herkesten” derler ya, bir göğüs
cerrahisi derneği başkanı düşünün ki, ülkede göğüs cerrahisi konularında kişi
ve kurumların nelerle uğraştığını bilmiyor ya da bilmezlikten geliyor. Bu
konuya yıllarca emek verdiğimi, diyafram deyince akla gelen ilk isimlerden
olduğumu ve kongrede bu konu ile ilgili oturum başkanı olan meslektaşlarımın
(ki kendileriyle bir alıp veremediğim de yoktur) konuyla ilgili çalışmaları
olmadığını belirtince de özür dileyip durumu düzelteceği yerde pişkin bir
şekilde “diyafram senin tekelinde mi?” cevabını veriyor. Aslında konuştukça
batıyor, diyafram oturumu başkanları belirlenirken sehven (yanlışlıkla, unutkanlıkla)
değil aksine bilerek ve tasarlayarak karar verildiğini aşikâr ediyor. Onca yıl
emek vermişim, elbette itiraz edeceğim, hesap soracağım, hakkımı arayacağım.
Eğer bu başkan beyefendi istese idi, bilmese bile etrafına sorar danışır ve
hatta biraz Google amcadan araştırsa idi, “bilimsel yayın ve çalışma listesi”ni
mesleki bloğunda yayınlayan, erişim imkânı sağlayan, her yıl güncelleyen ender akademisyenlerden
biri olduğumu öğrenirdi. (5) Bu listede diyafram ile ilgili bütün yayın ve
çalışmalarımı görür hatta YouTube’da diyafram evantrasyonunda yüze yakın vakada
uyguladığım minimal invaziv yöntemimin videosunu seyreder, diyafram
evantrasyonu vakası olduğunda da uygulardı. (6)
TGCD
Başkanı olan kişi diyafram ile ilgilendiğimi bilmiyormuşmuş, sadece geçmiş üç TGCD
kongresini hatırlatıvereyim. Geçen kongrede Kongre Başkanı’nın önerisi üzerine
“Diyafram cerrahisinde temel prensipler” konusunu anlatmıştım. Ondan önceki
TGCD kongresinde de “Diyafram hastalıkları oturumu” vardı ve o oturumda da
“Minimal invaziv diyafram cerrahisi”ni sunmuştum. Ondan da önceki kongrede de
“Diyafragma Cerrahisi” oturumunda oturum başkanı idim.
TGCD
sadece diyafram konusunda ilgisiz değil, özofagus ve diğer konularda da gereken
çaba ve hassasiyeti bugüne kadar göstermedi. Özofagus öteden beri birkaç merkez
ve birkaç kişiyle temsil ediliyor göğüs cerrahisinde, genel cerrahi hala bu
alanı büyük ölçüde domine ediyor. Bir ara vaka portföyünü genişletmek için sırf
göğüs duvarında diye meme hastalıkları konusu bile tartışıldı, Allah’tan hemen
kapandı. Arasıra pediyatrik göğüs cerrahisi gündeme geliyor ama o alanda da tam
bir belirsizlik hâkim durumda. Bu iş biraz da “ayinesi iştir kişinin lafa
bakılmaz” ya da “tabiat, boşluğu affetmez” düsturlarından hareketle bu alanda
gösterilecek gayretle alakalıdır. Bir çocuk cerrahının geliştirdiği göğüs
deformitelerinde minimal invaziv yöntemini ülkemizde birkaç isim tanınmasını,
sahiplenilmesini ve yaygınlaşmasını sağladı, işte bu nedenle pediyatrik cerrahi
değil göğüs cerrahisi bu konuda söz sahibi oldu. Hele bir de on yıl kadar önce
göğüs hastalıkları dernekleri ile karşı karşıya gelinmesine yol açan, birkaç
meslektaşımızın incitilmesi ve hedef tahtası olmasına yol açan ve de pratikte
sadece bir hocamızın ilgilendiği plevral hastalıkların tanısında klasik torakoskopi
uygulaması var ki, gündemi uzun bir süre meşgul etmişti. Zamanın TGCD
başkanının ve bir diğer meslektaşımızın başı çektiği bu yapay sorun, neyse ki
sonradan uyarılar sonucu sessiz sedasız bitti, başa dönüldü, eski tas eski
hamam uygulama aynen devam etti. Göğüs cerrahisi kendi uğraş alanlarına gereği
gibi sahip çıksa, çıkabilse, zaten bu tür sorunlar olmaz. Genel cerrahi
(özofagus, diyafram) ve pediyatrik cerrahi ile olan sınır ihtilafları her zaman
olabilir, kim daha aktif ve performans sahibi ise o zaten boşluğu doldurur, o
alanı kuşatır, kendini kabul ettirir. Ortalığı velveleye vererek, kendi kendine
gelin güvey olarak zorla güzellik olmaz, meseleler çözül-e-mez.
Bundan
yirmi üç ay kadar önce Göğüs Cerrahisi Uzmanı olarak anılarını ve düşüncelerini
kaleme alıp yayınlayan iki kişiden biri olarak kitabım çıkmıştı. (7-10) Kitabın
tanıtımını ve duyurusunu yapmak için hazırladığım metni, iki derneğin Google
Haberleşme Grubu’na göndermiştim. Ne garip ve hazindir ki, göğüs hastalıkları
derneklerinden biri olan ASYOD yayınlamış fakat tek göğüs cerrahisi derneği
olan TGCD yani derneğimiz, derneğin internet sayfasında üyelerine duyurmak şöyle
dursun, üye haberleşme grubunda bile yayınlamaya tenezzül etmemiş, kulağının
üzerine yan yatmayı tercih etmişti. Ben de bunun üzerine protesto için
haberleşme grubundan ayrılmıştım. Bir kıdemli üyesinin yazdığı bir kitaba ilgi
göstermeyen bir derneğin bu tavır ve tutumunun izahını ben yapamıyorum, aklım
havsalam almıyor.
Eğer
o tarihlerde yeni göreve başlamış TGCD Yönetim Kurulu ve Başkanı kitabımın
çıkış haberini yayınlasalar ve dernek sitesinde yer verselerdi onlarca kişiye
kendi olanaklarımla hediye ettiğim gibi onlara da imzalı birer kitabımı takdim
ederdim. Ama hiçbir şey yapmadılar, yok saydılar, görmezlikten duymazlıktan
gelmeyi tercih ettiler. Eğer dernek başkanı olan zat, kitabımı alıp okusa idi,
“Ballar balını buldum, kovanım yağma olsun” bölümünde diyaframla ilgili
çalışmalarımın serüvenini okuyabilecek ve mesleki bloğumdaki kitabın görselleri
kısmında “Bir Çalışmanın Hikayesi” videosunu izleyebilecekti. Böylece “Ne
bileyim ben senin diyaframla ilgilendiğini?” demeyecek ve de “Diyafram senin tekelinde
mi?” diye “özrü kabahatinden büyük” laf etmeyecekti. (11)
Yıllarca
birçok bilimsel çalışmamızın yayınlandığı ve makale danışmanlığı da yaptığım
derneğin Kalp Damar Cerrahisi ile ortak çıkardığı süreli yayını olan Türk Göğüs
Kalp Damar Cerrahisi Dergisi (TGKDCD) ile yayına kabul edilmiş bir makalemin
basılım süreci var ki evlere şenlik ve saç baş yoldurtacak cinstendi. (12) Bu
süreci "Benim Yolum” adlı kitabımdan aynen alıntılıyorum. “Makaleyi yazdım
ve elimdeki bütün materyali kullanıp ne kadar bilgi ve birikimim varsa yazıya döktüm.
Vaka sayısı itibariyle Türkiye’de göğüs cerrahisi alanında en büyük vaka
sayısına sahipti. TGKDCD’nde kabul edildi. Yayınlanmasını beklerken
dergi geriye dönük olarak kural değiştirdi ve bu da burada bahsetmeye gerek görmediğim
sıkıntılar oluşturdu. Doğrusunu söylemek gerekirse, yayını hazırlarken çektiğim
sıkıntı, yayının kabulünden yayınlanmasına kadar olup bitenlerden daha azdı
diyebilirim. O ana değin göğüs cerrahisi camiasının ülkedeki en önemli bu
dergisi için 50’ye yakın yayına hakemlik yapmış̧ ve hakemlik için gönderilen
hemen her makaleyi kabul edip fazla vakit geçirmeden halledip yollamıştım. Ama
bu makalemin dergide basımı öncesi yaşadıklarım beni yayın yapmaktan, hakemlikten,
dergiden soğuttu. Hâlbuki benim bu yayına ihtiyacım bile yoktu, sadece bütün
bilgi ve tecrübemi, konuya ilgi duyanlara aktarmak amacındaydım. Hastane ve
klinik içi sorunları çözemedim ama zar zor editörlükle ilgili sorun aşıldıktan
sonra makale yayınlandı ama geriye bende büyük bir kırgınlık ve küskünlük
kaldı.” (9)
Bundan dört yıl önce TGCD’nin “Göğüs Cerrahisi Okulu”
için bana bir teklif gelmemesine rağmen, programı incelediğimde diyafram
konusuna yer verilmediğini, eksik olduğunu fark etmiştim. Okul Düzenleme
Kurul’undaki üç kişiden birini arayıp bu durumu anlatıp diyafram hastalıkları
dersini anlatmaya talip olduğumu söyledim. Ayrıca yol ve konaklama masraflarının
karşılanmasını talep etmediğimi, bizzat kendimin karşılayacağını da belirttim. Antrparantez,
şu an aklıma bir soru takıldı kaldı nedense. Okul programına katılanların
masrafları karşılanıyor mu bilmiyorum ama şayet karşılanıyorsa, karşılanmasa
idi asistan ve öğreticilerin ne kadarı programa katılırdı acaba, merak ettim
doğrusu (Kongre ve toplantı katılımı noktasında da aynı soru sorulabilir
elbette). Her neyse “Ben bir sorup danışıp size döneyim hocam” dedi. Bir süre
sonra telefonla dönüş yapıp “Bu seneki program kesinleşti, değiştiremeyiz
hocam, belki bir sonrakine” diye cevap verdi. Bir sonraki yıl aynı teklifi bu
sefer çok önce ve e-posta yoluyla yaptığımda (zira kayda geçsin istedim) ise, “Sayın Hocam merhaba, Öncelikle Göğüs Cerrahisi Okulu
programına desteğiniz ve eğitici olma isteğiniz için çok teşekkür ederiz. Göğüs
Cerrahisi Okulu eğitim programı ve eğiticileri dernek yönetim kurulu ve okul
yönetim kurulunun birlikte yaptığı bir çalışma sonucunda belirlendi ve prensip
olarak zorunlu bir durum olmadıkça aynı program ile devam edilmesi kararı
alınmıştı. Eğitim programları sonrasında hem asistanlar hem de eğiticilerden
alınan geri bildirimlerde de mevcut program konusunda yüksek bir memnuniyet
ortaya çıktı. Dernek ve Okul yönetiminin aldığı prensip kararı ve memnuniyet
düzeyinin yüksekliği nedeniyle bu dönemde eğitim programında bir değişiklik ön
görülmediğinden şu an teklifinize olumlu yanıt veremiyoruz. Asistan eğitimi
konusundaki ilginiz ve desteğiniz için tekrar çok teşekkür ederiz.
Saygılarımızla” diyerek adeta diplomatik bir dille ve nazikçe olumsuz yanıt verildi.
O yıl ve onu takip eden yılda da pandemi nedeniyle okul yapılamadı. Daha sonra
okul aynı konular aynı isimlerle devam etti, diyafram konusuna da okulda yer
verilmemiş oldu. Bu konuyu akademisyen iki göğüs cerrahisi meslektaşımızla
paylaştığımda da birinden “Çok haklı bir talep.
Son yıllarda yönetim ve okul kendi içine kapalı, anlatılan konuda yayını
olmayan ve hatta belki hiç asistan bile eğitimi yapmayan kişilere belli
konuları veriyorlar”, diğerinden de “Yani siz oturmaya devam edin demişler…eskiden
eğiticiler devamlı değişiyordu…şimdi bizim adamlarımız kavramı var” geri
bildirimini aldım. Bu görüşlerde haklılık payı var mıdır yok mudur bilemem
fakat şu bir gerçek ki, aynı konuları her yıl (ki bu yıl dördüncüsü yapıldı)
hep aynı kişilerin anlatması bilimsel ve akademik olmaktan uzaktır ve ayrıca göğüs
cerrahisinin önemli uğraş alanlarından biri olan diyaframa okul programında yer
verilmemesinin doğru ve uygun bir yaklaşım olmadığı kanaatindeyim. İki yıl üst
üste aldığım bu negatif cevabı ve yaklaşımı, TGCD yönetimi ve zihniyetini
göstermesi açısından not etmiştim. TGCD’nin bu demotive edici tavrı direncimi
kırmadı, yolumdan çevir-e-medi. Üç yıl önce göğüs cerrahisi stajında
derslerimin kaydını YouTube’a yüklemiştim. Zira okul ve öğretim, belli
kişilerden ve binalardan ibaret değildir. Günümüzde eğitim ve öğretimde zaman
ve mekân sınırı yoktur. On gün önce “Diyafram Hastalıkları ve Cerrahi Tedavisi
2023” adıyla diyafram dersimi tekrar gözden geçirip güncelledim ve kayda alıp
yeniden YouTube’a yükledim. Böylece dileyen ve isteyen her stajyerin, asistanın
ve uzmanın istifadesine sundum. (13)
TÜSAD
Göğüs Cerrahisi Çalışma Grubu Başkanı iken yoğun bir hazırlıktan sonra Mayıs
2016’da Ankara Atatürk Sanatoryumu’nda “Akciğer Tüberkülozu Tedavisinde Son
Gelişmeler ve Göğüs Cerrahisi’nde Aramızdan Ayrılanları Anma” Sempozyumu
yapmıştık. Türkiye’de bir uzmanlık dalında ilk defa böyle bir şey yapıldı,
sempozyum çok güzel geçti, hep birlikte göğüs cerrahisi branşını bugünlere
getiren ve artık aramızda olmayan hocalarımızı, meslektaşlarımızı duygu yüklü
bir atmosferde andık. Yakın çalışma arkadaşları geldiği gibi, aile üyelerinden
bazıları bile katıldı. Sempozyum sonrasında elde çok değerli bir materyal
kaldı. Bunlardan faydalanarak bir sunum hazırladım. TGCD’nin 2019 yılındaki
kongresine götürdüm ve kongre açılışında gösterilmek üzere sisteme yüklettirip
kongre başkanına bilgi verdim. Fakat kongre başkanı olan kişi ilgilenmediği
gibi salondaki organizasyon firması görevlilerine çıkışarak “benim iznim
olmadan hiçbir sunum yüklenmeyecek ve gösterilmeyecek” dedi. Açılış programında
gösterilmedi. Canım çok sıkıldı. Dernek başkanına durumu ilettim, kendisinin
bir şey yap-a-mayacağını, kongre başkanının isteği ve yetkisinde olduğunu
söyledi. Baktım, kimsenin umurunda değil, ben de kongredeki konuşmamda
salondaki haziruna (hazır bulunanlara) izlettim. Her zaman her şeyin çaresi
bulunur fakat yakışık olanı kongre açılışında gösterilmesi idi. Vefa’nın,
sadece İstanbul’da bir semt adı olmadığını, bugüne kadar vefat etmiş olan göğüs
cerrahisi uzmanı meslektaşlarımızı hiç olmazsa kongre açılışında anmak, vefa
göstermek açısından şık olurdu. Zira “maziye vefası olmayanın yarına umudu
olmaz”. Kongre dönüşü vakit geçirmeden sunumuma son şeklini verip Youtube’a
yükledim ve herkesin erişimine açtım. Bu yıl da güncelleyip yeniden yükledim.
(14) Hatta sempozyum materyalinden Ankara Atatürk Sanatoryumu kökenli müteveffa
hekimlerle ilgili üç sunum daha hazırlayıp Youtube’a koyduğum gibi, rahmetli
Güven Çetin Hocamızla Göğüs Cerrahisi’nin dünden bugüne Türkiye’de gelişimi ile
ilgili yapılmış özgün ve değerli bir söyleşiyi de düzenleyip Youtube’a koyup
dileyen ve isteyen herkesin erişimine açıp istifadesine sundum. (15-18) Güven
Hoca ile yapılan söyleşi Türkiye’de Göğüs Cerrahisi Tarihçesi açısından çok
önemli olup bu söyleşi kaydını kendisinden aldığım meslektaşımızın bile
bilgisayarına virüs girip silinmiş olmasına rağmen benim arşivimdeki nüshasını
sözlü tarih olması açısından Göğüs Cerrahisi Camiası ile paylaştım. TGCD’nin
2023 kongre programındaki tutumu nedeniyle ‘benim için ayrılma vakti geldi’
şeklinde bir notu mesleki bir whatsapp grubunda paylaştığımda herkes suskun kalmış,
sadece geçen yıl aynı branştan meslektaşı olan eşini yitiren bir meslektaşımız serzenişte
bulunmuş ve şu ibretlik satırları yazmıştı. “Günaydın hocam, dernek kongrelerde
3 dönemdir hemen hemen aynı ekiple kongre yapıyor. Liyakat, etik, adalet hiçe
sayılıyor. Sevgili eşim … evre 4 kanserken, onun katılacağı son kongre olacak,
onu bir kere onurlandırın diye tüm düzenleme kuruluna ilettim. Sonradan hepsi
gözyaşı? döktü. Bir kişi var ki onunla arkadaş olmazsanız görev falan
verilmiyor maalesef. Sorun şu ki çok fazla kişi aynı şeyi düşünüyor, fakat iş
eyleme geldiğinde Timur’un filleri hikayesi.”
“Bütün
uyuyanları uyandırmaya uyanmış biri yeter” diye bir söz vardır. Birileri gibi “Bir
elinde sigara, bir elinde kadeh; umurunda mı göğüs cerrahisi uzmanlık dalının
sorunları, geleceği” filan demedim, göğüs cerrahisini ilgilendiren muhtelif konularda
çalışmalar yaptım. “Türkiye ve Dünya’da Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi
Dergileri” listesini hazırladığım gibi “Türkiye’de Göğüs Cerrahisi Alanındaki
Yayınlar”ı 2018’den beri her yıl hazırlayıp mesleki blogumda paylaşıyorum. (19)
‘Akademik Akıl’ sitesinde Göğüs Cerrahisi’ni ilgilendiren konularda yazılar
kaleme aldım, almaya da devam ediyorum. (4,20-22) Yıllardır stajyerlere
anlattığım üç dersimi stajyerler gerektiğinde yeniden izleyebilsinler ve
başkaları da faydalanabilsin diye YouTube’a yükledim. Ayrıca stajlarda sorduğum
bütün soruları ve cevaplarını ayrıca son 13 yılda TUS’da göğüs cerrahisi ile
ilgili çıkmış soruları ve cevaplarını hazırlayıp mesleki blogumda paylaştım. (23,24)
Yılların hocası olarak göğüs cerrahisine yeni başlamış asistana ve yeni uzmana
öğütler verdim. (25) Fakülte yılları ile meslekte 41 yılını geride bırakan bir
göğüs cerrahı uzmanı olarak anılarımı, deneyimlerimi ve düşüncelerimi stajyer,
asistan ve uzmanlarla paylaşmak ve onlara katkıda bulunmak için kitap yazıp
yayınladım. (9) İlerde vakit bulduğumda, göğüs cerrahisinde eğitim (stajyer,
asistan, uzman ve eğitici eğitimi) ve göğüs cerrahisi uzmanlarının çalışma
hayatındaki problemler konularını ele almak istiyorum. Bu önemli konular
genellikle kongrelerde son gün son oturum olarak, birçok katılımcı kongreden
ayrıldıktan sonra sırf âdet yerini bulsun diye ya da yasak savma kabilinden ele
alınıp çözüm konusunda pek bir mesafe de alın-a-maz. Bu son kongre programına
bakılırsa ne demeye çalıştığım rahatlıkla anlaşılabilir.
Bu
yazıyı hazırlarken geçmiş e-postalarımın arasında 2012 yılının sonunda TGCD
Yönetim Kurulu Başkanı seçilip aradan henüz bir yıl geçmişken istifa eden Prof.
Dr. Mustafa Yüksel’in istifası nedeniyle Göğüs Cerrahisi Google Grup’ta
paylaştığım 17.12.2013 tarihli “Teşekkürler Mustafa Ağabey” başlıklı mektubu arayıp
buldum. Zira bu mektup ve konu çok önemliydi. O yıl ortalarında yoğun baskılar
nedeniyle başhekimlik görevimden istifa etmek zorunda kalmış, çeşitli inceleme
ve soruşturmalar nedeniyle sıkıntılı bir dönem geçiriyordum. TGCD Başkanı
olarak Mustafa abi bu hususta bana ilgi ve destek vermese de (belki kendisi de
sıkıntılı durumda olmalıydı, bilemiyorum) ben bu olaya seyirci ve sessiz kalmamış
hem kendisini aramış hem de mektupla mukabele etmiştim. Zannedersem benim
dışımda da duygu ve düşüncelerini açık eden olmadı. Mektubumu burada tekrar aynen alıntılamak ve
hatırlatmak istiyorum.
“Üzüldüm, üzüldük. Böyle bitmemeliydi.
Göğüs Cerrahisi branşının ve göğüs cerrahisi hekimlerinin çözüm
bekleyen onca sorunu varken, yeni yönetim kurulu olarak daha bir yılını yeni
doldurmuşken, başkan ve bir üyenin istifa etmesi önemli bir gelişmedir.
Sessizlikle geçiştirilebilecek bir hadise değildir.
Sessiz çoğunluk olarak ya çıkması gereken yerde lisan-ı münasiple
sesimiz çıkmıyor ya susup köşemize çekilip akışına bırakıyoruz ya da işi daha
da içinden çıkılmaz ya da çözüm üretmez tutum ve tavırlar sergiliyoruz.
Belki bazı şeylerin değişmesi için vakit erkendi, zamana ihtiyaç
vardı. Fakat yine de ümitlenmiştim. Yeni bir şevk ve heyecanla daha bir
canlanacak, silkinip atağa geçeceğiz diye. Mustafa Hoca, bu konuda yıllardır
ispat-ı vücut etmiş, camianın tanıdığı bir isimdi. Yönetim Kurulu’nda
birbirinden değerli ve deneyimli meslektaşlarımız vardı. Kaygılarım, korkularım
vardı ama zamanla her şey yerli yerine oturur, bir uyum ve ivme yakalanır diye
umudumu diri tutuyordum.
Olmadı. Çok önemli bir fırsat kaçtı. Herkes rahatlıkla kendini
haklı gösterecek ve savunacak argümanı bulabilir fakat bu neyi değiştirir ki.
Ben kendi hesabıma her şeye rağmen “olanda hayır vardır” diye düşünmek
istiyorum ve bu meselenin daha da hayırlı bir şekilde neticelenmesini ümit
ediyorum.
Bu konuda başta hocalarımız olmak üzere herkese görev düşüyor.
Dernek yaşayacak ve daha iyi bir yere gelecekse başka bir seçeneğimiz yok.
Bölünmeden, dağılmadan, karamsarlığa düşmeden ve elbette bugüne kadar olan
biten her şeyden gerekli dersleri çıkararak ve tekrar aynı veya benzeri
hatalara düşmemeye özen göstererek hareket etmek durumundayız.
Mustafa Yüksel Hocamıza ve Yönetim Kurulu’nda görev alan tüm
meslektaşlarımıza bu bir yıllık sürede gösterdikleri özveri, emek ve çabalardan
dolayı teşekkür ediyorum.”
Demek ki o yıllarda TGCD’nde yolunda gitmeyen şeylerin zamanla düzeleceğine,
daha iyiye doğru gidebileceğine dair inancım ve umudum varmış. Bu umut yıllar
içinde azaldı azaldı ve bitti. Sus, sabret, bekle nereye kadar, elbette bir
yere kadar. Sonunda sabır taşım çatlayıp bardak dolup taşınca 25 Eylül 2023
tarihinde istifa mektubumu dernek mailine gönderdim ve ilk yönetim kurulunda
istifam kabul edildi (30 Eylül 2023).
Bu e-posta ve dernekten istifa
etmem vesilesiyle TGCD’nin kuruluşu, yapısı ve seçimler ile ilgili bazı notlar
düşmek ve tespitler yapmak istiyorum. Mevzuya “Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi
Uzmanlık Dalında Dernekler, Kongreler & Anılar, Görüşler” adlı yazımdan bir
alıntı daha yaparak girmek istiyorum. “…Fakat
yine biliyorum ki, ülkemizdeki siyasal ve sosyoekonomik koşullar ne ise,
uzmanlık derneklerinde de üç aşağı beş yukarı aynı tablo söz konusu olacaktır,
olmuştur, olmaya da devam etmektedir. Bu durum tek bir dernekte gruplaşmalar
şeklinde olabileceği gibi zamanla ayrı yeni bir dernek kurmaya kadar
varabilmektedir. Yeri gelmişken derneklerde yönetim kurullarının seçiminde ve
görev dağılımlarında, demokratik teamül ve usullerin çok da gözetilmediğini,
ehliyet, liyakat, adalet gibi hususlara olması gerektiği kadar özen
gösterilmediğini düşünüyorum. Çoğu zaman o branşın bazı önde gelen isimleri
aralarında kulis yaparak tepede yönetim kurulu başkan ve üyelerini belirleyip
liste yapıyor, genel kurul toplantılarında da katılımcıların onayına
sunmaktadırlar. Asistanlık yıllarımızda eğitim hastanelerinde şeflik sistemi
vardı. Espri de olsa gerçeklik payı yüksek olan “şefin ilkeleri” bahsinde ilk
madde “şef her zaman haklıdır” idi ve ikinci madde de “şefin haksız olduğu
durumlarda birinci madde geçerlidir” idi. Ve sonuçta “şefin odasına kendi
fikirlerinizle girer, şefin fikirleri ile çıkardınız”. Bu anlayışta
demokrasi gereksiz, lüks ve hatta itibar edilmese de olur bir şeydi. Camianın
önde gelen bir ya da bir grup hocası listeyi oluşturur, bu listedekiler
seçilecek diye genel kurul için toplanan üyelere dikte ederdi pardon tavsiye
ederdi. Geçen zaman içinde birçok şey gibi bu durum da değişti, nispeten
düzeldi fakat günümüzde bile hala demokratik, çoğulcu, katılımcı tavır ve
yaklaşım gerek göğüs hastalıkları gerekse de göğüs cerrahisi derneklerinde
henüz tam olarak yerleşmiş ve oturmuş değildir. Derneklerde yönetimi ve gücü
ellerinde bulunduranlar, yönetim kurulunda ve diğer kurullarda genellikle
farklı, aykırı, muhalif, çatlak ses istemiyorlar, bir şekilde önüne geçip
elimine ediyorlar, kontrolü sağlayıp statükoyu muhafaza ederek düzeni devam
ettiriyorlar. Belki gelecek yıllarda toplumdaki (ve devletteki) gelişmelere
paralel olarak, derneklerde de demokratik açıdan daha olumlu ve yeterli bir
düzeye, standarda ulaşılabilir temennisindeyim…” (4)
Ne
yazık ki bu sözlerim sadece bir temenni olarak kaldı, hiçbir zaman
gerçekleşmedi. Şimdi filmi geriye sarıp en başa gidelim. TGCD kurulurken İstanbul’dan
da isimler olsa da daha çok en başta Ankara’da bir üniversite ve ilaveten sanatoryumun
öncülüğünde kurulmuştur. Bahis konusu olan Üniversite Türkiye’de göğüs
cerrahisi branşının kurulmasında ve gelişmesinde öncü ve çok etkili olduğundan
ve de geniş bir öğretim üyesi kadrosu da olduğundan o yıllarda başta doçentlik
olmak üzere profesörlük kadrolarına atanmada da belirleyici ve eli güçlü idi. Rivayete
göre kendisi de aynı üniversitede ihtisas eğitimi yapmış sanatoryum klinik
şefimiz rahmetli Güven Hoca da bir kere doçent olmak için başvurmuş, negatif
sonuçlanınca da gücenmiş ve bir daha da başvuru yapmamış. O yıllarda ilgili üniversite,
göğüs cerrahisi alanında akademik alanı tam olarak kontrol altında tutuyordu.
Benim 1999 ve 2000 yıllarımdaki her iki doçentlik başvurumda da iki ya da üç
jüri üyesi o üniversitedendi. O yıllarda benim gibi birçok kişinin o üniversite
ve özellikle de bir isimle ilgili ilginç doçentlik öyküleri vardır, yeri
gelince anlatılır ama bu öyküyü yazan zannedersem benden başka kimse olmadı. (26)
Hatta o üniversitede bilgi ve tecrübemi arttırmak için gözlemci olarak
bulunduğum iki aylık süredeki hatıralarımı dahi yazdım. (27) Merak edenler
verdiğim linklerden ya da “Benim Yolum” kitabımdan okuyabilirler. (9)
Dernek
üye listesinde ilk 18 isim o üniversiteye mensuptur. TGCD başkanlarının ilki
(1. üye), ikincisi (2. üye-iki dönem), üçüncüsü (3. üye-iki dönem) ve ayrıca altıncısı
(8. üye) aynı üniversitedendir. Sadece bir yıl görev yapma olanağı bulabilen ve
rivayete göre yönetim kurulunda özellikle iki üye tarafından (ki o iki kişiden biri
ondan sonra, diğeri de bugün TGCD başkanı olmuşlardır, bir yerde taltif
edilmişlerdir) blokaj nedeniyle çalışamaz hale getirilen Prof. Dr. Mustafa
Yüksel’i saymazsak iki başkan hariç TGCD başkanlarının hepsi aynı üniversitedendir.
Yani toplam altı başkanın dördü aynı üniversiteden olup üstelik ikisi iki dönem
başkanlık yürütmüştür. Bu durum da TGCD’nin kuruluşundan beri ilgili
üniversitenin etkisinde ve güdümünde olduğunu, derneği doğrudan ya da dolaylı
yoldan domine ettiğini gösterir. Bilmek görmek isteyen herkesin bildiğini ve
gördüğünü elbette ben de biliyor ve görüyordum. O yüzden TGCD başkanlığına
adaylığını koymayı düşündüğünü söylemek ve istişare etmek için Mustafa abi beni
ziyaret ettiğinde ona “Ağabey, senin de bildiğin gibi kuruluşundan beri
derneğin bütün başkanları aynı üniversitedendir. Onların desteği ve onayı olmadan
bir şansın olacağını sanmıyorum” dedim. Bilahare beni arayıp üniversite ile
anlaştığını söyleyince de dernek seçiminde İstanbul’dan günübirlik gidip destek
vermiştik. Yalnız oy vermekle kalmayıp onun başkanlığında düzenlenen uzmanlık
eğitimi toplantılarından birine de ev sahipliği yapmış, ayrıca yeni kurulan
üniversitelere stajyer eğitimi konusunda destek vermek için SGCK’nden bir ekip
oluşturup Düzce Üniversitesi’nde günü birlik gidip staja destek vermiştik. İlk
defa bir Üniversite’de (Trabzon KTÜ) kongre yapmak için çalışmalar yapılırken
istifa haberi geliverdi. İstifa konusunda birçok rivayet ve söylenti ortalıkta
dolaşıyordu. Kaygı ve endişelerimde ne yazık ki haklı çıkmıştım. Mustafa abiyle
bir konuşmamız sırasında TGCD’nin kuruluş aşamasında rahmetli Göksel Hoca’nın
Ankara’nın İstanbul’u pek dikkate almadığını, derneğin Ankara’nın uhdesinde ve
kontrolünde olacağını, İstanbul’un ayrı bir dernek kurması gerektiğini
söylediğini, kendisinin de dernek daha yeni kurulurken, göğüs cerrahı sayısının
az olduğunu ve böyle bir adımın camiada ikilik yaratacağını söylediğini, bunun
üzerine onun da bundan vazgeçtiğini aktardı. Göksel Hoca endişelerinde haklı
çıksa ve de Mustafa abi başına gelen onca şeyden sonra yanılmış olsa da
kanaatimce mesele Ankara ya da İstanbul meselesi, hakimiyeti değildir. Mesele
derneğin bir kişinin, bir merkezin, bir şehrin ya da bir zihniyetin tekelinde
ve kontrolünde olmamasıdır. Göğüs cerrahları olmasa dernek bir hiçtir. Ve her
üye katkısı, ilgisi, enerjisi ve emeği oranında kıymetlidir. Dernek bu üyelerin
teşkilatı, organizasyonu ve gücüdür. Üyeler aidatlarını düzenli olarak ödediği
gibi kendilerini derneğe ait hissedebilmelidirler. Üyeler derneğe sahip çıkar,
etkinliklerine katılır, olumlu icraatlarını destekler takdir ederse dernek
canlı kalır, iyiye doğru seyreder. Fakat eksik, yanlış gittiğine inandıkları
hususları eleştirip iletmez, derneği denetlemezlerse dernek zamanla birilerinin
keyfine, hesaplarına araç olur, gücünü kaybeder, tefessüh etmeye başlar. Netekim
kurulurken sağlıklı ve sağlam bir temele oturmayan dernek, iyi kötü bugünlere
gelmiş, fakat son yıllarda üye sayısı ile sorunlar da artmış, özellikle son
yönetim kurulu ve başkanı ile de adeta irtifa kaybetmeye başlamıştır.
Bazı
meslektaşlarım istifayı düşündüğümü söylediğimde kongre, toplantı, okul gibi
etkinliklere katılımların adil olmadığından, bazı isimlerin adeta abone iken
kendilerinin yıllardır hatırlanmadığından yakındılar. Kendilerinin sessiz,
mütevekkil ve inaktif olmalarının da bunda etkisi ve haklılık payı da olsa, bu
arkadaşların unuttuğu husus, dernekteki tek sorunun bu olduğunu
zannetmeleridir. Demek ki dernek & kongre yönetimi bu arkadaşları bir
sonraki kongreye çağırırsa sorun çözülecek. Evet bu da bir sorun ama tek sorun olmayıp
asıl sorunun derneğe kuruluşundan beri hâkim olan yapı ve zihniyet olduğunu
göremiyor, anlayamıyorlar. Bu dernek kurulduğundan beri herkesi kuşatıcı,
katılımcı, çoğulcu ve demokratik geleneğe sahip bir dernek ol-a-madı, bu
saatten sonra da olacağa benzemiyor. Onun
için bu dernekte kalıp da mücadele ile, zamanla bir şeylerin değişeceğini,
düzeleceğini sananlar korkarım fena halde yanılıyorlar. Anlaşılan o ki
yanıldıklarını anlamaları için daha uzunca bir süre geçmesi gerekecektir. Aslında
Mustafa Yüksel hadisesi bana ta o zamanlar bunun mümkün olmadığını göstermişti.
Ondan önce ara sıra bazı bazı dernekte değişim ve yenilenme için dernek
başkanlığına talip olmayı dahi kafamdan geçirmiştim. Mustafa Yüksel’in
başkanlığı benim için iyi bir örnek ve deneyim olacaktı, fakat sonu nahoş
bitti. Ve ondan sonra da zinhar aklımdan bile geçirmedim.
İstifa
edeceğimi beyan ettiğimde “siz de bir ekip kurun aday olun” ya da “dernekte
kalıp dernek içinde mücadele vermek gerekir” diyen meslektaşlarıma cevap
mahiyetinde bir fıkra anlatmak isterim. Teşbihte hata olmazmış. “Günlerden bir
gün, aslan, kurt ve tilki arkadaş olmuşlar, ortak akıl ile avlanmaya karar
vermişler. Günün sonunda, bir öküz, bir keçi ve bir de tavşan avlayan
kafadarlar avlarını bir mağaraya getirmişler. Aslan kurda dönerek “Hadi
bakalım!” demiş. “Şu hayvanları paylaştır da karnımızı doyuralım.” Kurt ezile
büzüle: “Ey büyük sultanım.” demiş. “Şu öküzü siz buyurun, keçi benim, tavşan da
tilki kardeşin olsun.” Aslan birden çok kükremiş ve “Bre küstah!” demiş. “Sen
kim oluyorsun? Bu nasıl adalet?” Sonra da bir pençe darbesiyle kurdu yere
sermiş. Bu kez tilkiye dönüp “Öyle aval aval bakma da paylaştır şu avları
bakalım. Tilki “Pay etmek haddim değil ama madem emir buyurdunuz söyleyeyim.
Tavşan sabah kahvaltınız, öküz öğle yemeğiniz olur. Keçiyi de akşam yersiniz.” Aslan
bu paylaştırmadan çok hoşlanmış ve tilkiye, bu kadar adil bir paylaştırmayı
nereden öğrendiğini sormuş. Tilki de: “Yüce efendim!” demiş. “Şu haddini bilmez
kurdun halinden öğrendim.”
Ne
yazık ki Mustafa Hoca’ya yapılan haksızlığa bir de saygısızlık eklediler. O
başkanlıktan istifa ettikten-ettirildikten sonra onu bir sonraki kongreye davet
etmişlerdi. Tam kongre öncesi daveti iptal ettiler. Gerekçesi ne olursa olsun bu
çok yakışıksız idi. Bu düşüncemi o kongrede başkan olan kişiye de ifade
etmiştim. Kaldı ki Mustafa Yüksel bu ülkede Göğüs Cerrahi konusunda yayıncılığın
ilki ve en önemli ismidir. O yıllarda ben ve birçok meslektaşımız onun rahmetli
Göksel Hoca ile çıkardığı başta kırmızı kitap olmak üzere temel konularda
çıkardığı kitaplarla doçentlik sözlü sınavına hazırlanmıştık. TGCD bile ondan
sonra kitap işine girdi. TGCD’nin ilk göğüs cerrahisi kitabının
hazırlanmasından bir şekilde haberim olmuştu ama ta Van’daki bir yardımcı
doçent olduğumdan kimse beni hatırlamamıştı! Fakat proaktif olduğumdan,
düşündüğüm ya da yaptığım şeyleri alıcısına, muhatabına ilettiğimden kitapta
yer almak için şansımı denemiş ve sonunda Allah’ın lütfu ve inayetiyle muvaffak
olmuştum. Merak eden olursa bu hikâyeyi şu linkten okuyabilir. (28)
Şöyle
bir geriye dönük 25 yılı düşünüyorum da TGCD kongre, toplantı, dergi, kitap
katılımı dışında bana ne kattı, benim için ne ifade etti diye? 28 Şubat
sürecinde baş örtülü bayanlara ve dindar hekimlere bin bir türlü baskı ve
haksızlık yapılırken dernek nerede idi? Dernek 1998 yılında kuruldu ve ben de o
sırada Van’da üniversitede idim. Baskılar ve yıldırmalar sonucu 2005’te
Üniversiteden ayrılıncaya kadar derneğin en küçük bir desteğini bile hatırlamıyorum.
Hatta tam tersi doçentlik konusunda başıma gelmedik kalmadı ve bu konuda en
büyük zararı da derneğe hâkim olan üniversite verdi. Allah’tan o üniversitede
bir AD başkanı değişikliği oldu da az da olsa bir rahatlama oldu. Başhekimliğim
sırasında TTB kınama bildirisi yayınlayıp beni hedef gösterirken TGCD yoktu,
başhekimlikten istifa sürecimde TGCD yoktu, yeni kurulan Sağlık Bilimleri
Üniversitesi’nde Göğüs Cerrahisi AD’nda ve Süreyyapaşa Göğüs Cerrahisi
Kliniği’nde akademik teamüller hiçe sayılırken TGCD yoktu hatta tam tersi
dönemin başkanı hiçbir şey olmamış gibi kutlama yayınlıyordu.
Bir
dönem TGCD İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Başkanlığı yaptığımı söylemiştim. Ekip
olarak uyumlu, verimli ve karşılıklı saygıya dayalı bir dönem geçirmiştik. 2017
yılındaki şube genel seçimlerinde yeni bir yönetim kurulu seçilmişti. Teamül,
kıdem ve saygı gereği ayrıca içlerinde tek farklı akademik titri olan ve beyefendiliği,
bilimselliği ile camiada öne çıkmış bir arkadaşımızı yeni başkan olarak yönetim
kurulunun diğer üyeleri ile birlikte dernek sosyal medyasında tebrik etmiştim.
Bilahare beni şu an TGCD başkanı olan zat aradı ve dedi ki, “Sen nerden
çıkardın o kişinin başkan olacağını da tebrik ediyorsun?”. Ben de dedim ki “Doğal
olarak olması gereken ve yakışanı budur” dedim. Bunun üzerine “Yarın yönetim
kurulu görev dağılımı açıklanınca görürsün” dedi. Dediği gibi de oldu, ertesi
gün görev dağılımında yönetim kurulu başkanı kendisinin kliniğinden yeni doçent
olmuş bir meslektaşımız ilan edildi. Çok canım sıkıldı. Başkan olması gereken
meslektaşımızı aradım ve rahatsız olduğumu, kendisinin yanında olduğumu
söyledim. Eğer bu yanlış düzeltilmezse bu seçimi tanımayacağımı, protesto
mahiyetinde şube etkinliklerine katılmayacağımı söyledim, dediğim gibi de
yaptım. Varsın o meslektaşımız alınıp gücenmese ve başkaları önem vermese de
(ki bana göre teamüller, gelenekler ve ilkeler eğitim, düzen ve hiyerarşi
açısından çok önemlidir) tek kişi olsam (kalsam) bile sözümü esirgemem,
duruşumu ve tavrımı ortaya koymaktan çekinmem, korkmam. Zira ondan çok daha
önce TÜSAD Cerrahi Çalışma Grubu’nda da tam bunun gibi olmasa da buna benzer
şeyler yaşanmış, en baştan beri göz yummamış, tavrımı koymuş, süreç sonunda
ayrılmayı dahi göze almış ama asla boyun eğmemiş, TÜSAD’la ve ilgili kişilerle
yollarımı ayırıvermiştim. Şairin dediği gibi “kesilir belki, fakat çekmeye
gelmez boynum”.
Son
bir örnekle bu bahsi kapatayım. Yıl 2014’tü sanırım. İngiltere ve ABD’nin gayri
meşru çocuğu, göz bebeği Siyonist İsrail, 1948’de resmen kur-dur-uluşundan beri
Filistin’i 75 yıl içinde adım adım işgal edip terör estiriyordu. Yine
bugünlerde olduğu gibi 2005’te direniş sonucu işgale son vermek zorunda kalıp
abluka altına aldığı ve dünyanın en büyük açık hava hapishanesi ve toplama
kampına çevirdiği Gazze’ye bilmem kaçıncı kez yine bir bahaneyle uçak,
helikopter ve SİHA’larıyla bomba yağdırıyor, katliam ve soykırım yapıyordu. Bu
bombardımanda siviller katledildiği gibi (toplam 2110 ölü, 10 750 yaralı)
hastaneler de bilerek hedef alınıp bombalanıyor, doktorlar ve sağlık çalışanları
da öldürülüyordu. TGCD Google Grupta bu durumun kınanması gerektiğini
belirttim, hatta o zamanın yönetim kurulundaki bir meslektaşımızı arayıp demiştim
ki; “Siz de dernek olarak en azından bu zulme, vahşete karşı protesto ya da
kınama yayınlayın lütfen”. O da “Düşünüyoruz, üzerinde çalışıyoruz” dedi. Ve
bir şey yapılmadı. TGCD insani ve vicdani bir drama karşı sesini bile
çıkar-a-madı, “zulme karşı, mazlumun yanında durmayı” beceremedi. Kaderin garip
cilvesine bakın ki, yine bir Gazze kıyımı, soykırımı daha gerçekleşiyor bugünlerde
ve ilginç bir tesadüf olsa gerek TGCD’nin Bodrum’daki kongresine denk geldi.
Gazze yine gıdasız, susuz, elektriksiz, ilaçsız, tıbbi araç gereç ve malzemesiz
bir halde ölümle pençeleşiyor, var olma mücadelesi veriyor, harabeye
döndürülmüş bir bölgede binlerce ölü ve yaralı var. Hatta Siyonist yahudi terör
örgütü İsrail, Nazilerin bile yapmadığı bir insanlık ve savaş suçu daha işledi.
Sivil insanların üzerine binlerce ton bomba ve fosfor yağdırdığı gibi bir
hastaneyi daha bombaladı. Çocuk, kadın yüzlerce insan katledildi. Dünya Yahudi
Soykırımından sonra bu sefer Siyonist Hıristiyan Batı tarafından koşulsuz
desteklenen Siyonist Yahudiler eliyle gerçekleştirilen Filistinli Müslüman
Arapların Soykırımına şahitlik ediyor.
Yalnızca
TGCD Yeterlilik Kurulu’nun kendi yönetmeliğine aykırı hareket etmesi bile bu
dernekte bir türlü kuralların sağlıklı işlemediğine delildir. İlk sertifikalar
doçent, profesör, şef ve şef muavini olan herkese verilmişti. Ben 2003
Mart’ında doçent olduktan sonra yeni bir kural getirilip sertifika almak
isteyen herkesin sözlü sınava girmesi gerektiği açıklandı. Ben de bu duruma
itiraz edip kuralın geriye dönük işletilemeyeceğini ve ayrıca doçentlik
sınavına girmiş ve de başarılı olmuş (ki o zamanlar sözlü sınav da vardı) bir
kişinin yeterlik belgesinin kişinin talep etmesine bile gerek görülmeden
verilmesi gerektiğini söylemiştim. Epey bir zaman sürüncemede ve muallakta
kaldıktan sonra nihayet lütfen verdiler. Verdiler ama tadı tuzu kalmadı, gönlüm
incindi.
Yazının
uzun olduğunun ben de farkındayım fakat takdir ederseniz ki bir çeyrek asrın
muhasebesini yapmaya çalışıyorum ve bu aynı zamanda bir TGCD’ye veda mektubudur.
“Gitmek mi zor, kalmak mı zor?” diye kendi kendime çok sordum, bu son kongreye
çağrılsaydım ya da yakınmam üzerine özür dilenip durum düzeltilse idi, maziye
dair kırgınlıklarım olsa da yine de her şeye rağmen şimdilik dernekte kalmaya
devam edebilirdim. Fakat artık bu son tavır ile dernekle olan pamuk ipliği bağım
da koptu. TGCD’nden ayrılmanın bana toplantı ve kongrelere katılım daveti
almamam dışında başka hiçbir kaybı yoktur. Birkaç yıl önce bir derneğin solunum
buluşmalarının Mardin ayağındaki toplantısından bir ara ihtiyaç için çıktığımda
fuayede iki meslektaşımın hararetli bir şekilde konuştuklarını gördüm. “Toplantıyı
bırakıp burada ne yapıyorsunuz?” dediğimde kıdemli olanı dedi ki; “İrfan abi,
hadi gene iyisin, derneğin önümüzdeki kongresinin cerrahi programını
hazırlıyoruz, sana çok güzel bir toplantı başkanlığı ayarladım”. Kendince bana
kıyak çekiyordu, ulufe dağıtıyordu, lütfediyordu.
İlk
katıldığım kongre Ekim 1993’te TÜSAD’ın Kuşadası’ndaki kongresi idi, aradan 30
yıl geçmiş. İlk defa bu yıl hiçbir kongre daveti almadım, katılmadım. Demek ki artık
belki de kongre katılımı konusunda da yolun sonuna gelmişimdir. En son yazdığım
“Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Uzmanlık Dalında
Dernekler, Kongreler & Anılar, Görüşler” yazısından sonra Göğüs
Hastalıkları ve Cerrahisi Derneklerinin bana kızmış olabileceğini ve kongrelere
davet edilmeyebileceğimi tahmin ediyordum. Ama nedense aklıma TGCD gelmemişti. Aslında
gelmeliydi zira dernek yönetimlerinin birbirleriyle temasları vardır ve ikili
konuşmalarda zatım dahil muhtemelen bu yazım da gündeme gelmiştir. Canım sağ
olsun, ziyanı yok. “Kedi uzanamadığı ciğere murdar dermiş” demezseniz bir
şeyler söyleyeceğim. Ben artık ilaç ve tıbbi malzeme firmaları desteğinde
(koşulsuz deseler de işin aslı öyle değildir) tatil beldelerindeki beş yıldızlı
otellerde kongre dahil tüm bilimsel toplantılara son verilmesi, bu tür organizasyonların
başta üniversiteler olmak üzere kamu ve özel sektördeki hastane veya diğer
kurumlara aktarılması taraftarıyım. Çoğu katılımcı toplantılardan ziyade resort
faaliyetlerine katılmakta ya da dışarda vakit geçirmektedir. TGCD Yönetim
Kurulu üyesi iken, kongre hazırlık süreci başladığında şu anki dernek başkanı
olan kişi de toplantımıza iştirak etmiş ve firmalarla ilişki ve pazarlıkları
yönetmişti. Yine bir TGCD kongresinde havalimanı otel transfer aracını
beklerken, lüks bir transfer aracı gelmişti, baktım içinde şu anki dernek
başkanı, tek başıma olduğum için seslenmişti ve kongre oteline birlikte
gitmiştik. Günahı bunu bana söyleyenlerin boynuna böyle lüks araçlarla çok
önemli kişiler (VIP) kongre sırasında akşamları lüks restoranlara da
gidiyorlarmış.
Bin
kişi değil de bin kişiden biri olan sen, neden bu yazıyı yazdın, onca şey
söyledin diyenlere bütün bunları azı çoğu ile sadece benim bilip müşahede
etmediğimi, birçok insanın birçok şeyi bildiğini fakat zaman zaman yeri
geldiğinde arkadaş dost sohbetlerinde, bir kongrede bir masanın etrafında
otururken dile getirdiğini ama kimsenin yazıya dökmek istemediğini söyleyebilirim.
Derneklerde zamanla derin bir yapı, politbüro, hizipleşme adına ne derseniz
deyin gruplar, klikler oluştuğundan kimse kimseye ilişmiyor, ayağına basmıyor,
gizli ve kapalı kapılar ardında her şey konuşulup kotarılıp karara bağlanıyor.
Asistanlar yolun başında olup güçsüz oldukları, uzmanlar titrleri, kıdemleri
yetmediğinden ya da doktor öğretim üyeleri gibi doçentlik hedeflediklerinden,
doçentler profesörlük beklediklerinden, profesörler de ‘aman boş ver bana ne,
ben mi düzelteceğim, üzerime vazife mi ya da yönetim veya kongre yönetim
kurulunda belki bize de sıra gelir, görev verilir’ diye düşündükleri ya da
dernekte ve camiada etkisi ve yetkisi çok olanlardan çekindikleri ya da dernek
etkinliklerinden uzak tutulma gibi kaygılarla açık ve alenen eleştiri yapmaktan
kaçındıkları gibi yazıya dökmekten özellikle sakınmaktadırlar. Tabir caizse “Ölmüş
eşek, kurttan korkmaz” misali mesleğinin zirvesinde olanlardan biri olarak oturup
bütün bunları göze alıp bugüne kadar yeri geldiğinde konuştuğum gibi en sonunda
yazıya da döktüm. Bu yaşa ve konuma gelmiş kişilerin bir sorumluluğu da ilgili
yapı ve zihniyetten yakınması, rahatsızlığı olanların sesi, tercümanı olmaktır.
Bizler de susarsak, herkes susar, suskun, sessiz bir topluluk olur gideriz.
Varsın “muhalif” birinden kurtulduk deyip ardımdan demediklerini de
bırakmasınlar (29) “Koltuk Sevdası” olmadığımı bilenler bilir. (30) İstedim ki
bugüne kadar her yerde parça parça söylediklerimi, söyleyemediklerim de dahil
olmak üzere son bir kez daha derli toplu söyleyeyim ve TGCD dosyasını kapatıp
rafa kaldırayım.
Derneğin
üyesi olduğum 25 yılda acı tatlı hatıralarım oldu, güzel dostluklar kuruldu,
bilimsel ve akademik anlamda verimli alışverişler gerçekleşti. Bu çeyrek
asrı belge ve fotoğrafları ile belgesel tadında hazırlayıp YouTube’a yükledim,
isteyen ve dileyen izleyebilir. (31) Birkaç kişi hariç dernekteki herkese
varsa hakkımı helal ediyorum, lütfen sizler de varsa bana hakkınızı helal
ediniz. Bu yazıda amacım kimseyi kırmak, incitmek değildir, bu yüzden
kelimelerimi özenle seçmeye, duygusallıktan uzak kalmaya çalıştım, haklılık ve
meşruiyet çizgisi dışına çıkmamaya dikkat ettim. Bunca özenime rağmen yine de
bir hatam ve kusurum olmuşsa hoş görülsün lütfen.
Ülkede
ve dünyada köprülerin altından çok sular aktı. Bilgisayar, internet ve sosyal
medya herkesi ve her şeyi değiştirdi. Video-yardımlı & robotik cerrahi gibi
teknolojiler ve yapay zekâ, tıpta ve cerrahide birçok şeyi değiştirdi, değiştiriyor,
değiştirecek. Artık toplantı ve kongreler ya hibrid ya da tümüyle dijital
olacak. Özellikle pandemi ile uzaktan erişim, telekonferans yoluyla yapılan
toplantılar, kongreler iyice artıp ön plana geçti, ameliyatlar canlı yayınlarda
rahatlıkla izlenebiliyor. İnternette her konuya dair yayınlar, dersler ve
ameliyatlara dair videolar var, bunlar daha da artacak. Artık basılı kitap ve
dergiler de kalmayacak. Göğüs Cerrahisi Uzmanlık Eğitimi, Pratiği dahil her şey
bu gelişmelerden nasibini alıyor, daha da alacak. Artık bir kişinin veya bir
grubun hükmedebileceği ve hâkim olabileceği bir dernek ya da organizasyon
ol-a-mayacak. TGCD’den önce de vardık, TGCD’den sonra da var olmaya devam
edeceğiz. Tek bir derneğe mahkûm ve mecbur değiliz. Dernek mensubu olalım
olmayalım yapacak çok işimiz var. Artık TGCD üyesi olmasam da emekli olana ve
de bu branşta çalışmayı sonlandırana kadar “Göğüs Cerrahisi Toplumu”nun bir
üyesi olarak çalışmalarıma devam edeceğim inşallah. Yeter ki isteğimizi,
enerjimizi, heyecanımızı yitirmeyelim, çok ama çok çalışalım, bilgi ve
tecrübemizi birbirimizle ve camia ile hatta dünya ile paylaşalım.
28
Şubat Postmodern Darbe Süresi’nde Van’da Üniversite’de baskılar, yasaklar,
engellemeler, mobbing öyle boyutlara varmıştı ki, istifa edip ayrıldığım sırada
katıldığım bir kongredeki bildirimin son slaytına İbn-i Sina’nın bir sözünü
koymuştum. “Bilim ve sanat takdir edilmediği yerden göçer”. TGCD’nde de
özellikle son yıllarda yaşadıklarımdan ve son kongrede dışlanmamdan sonra
benzer bir ruh hali içine girdim. Ve bilgimin, tecrübemin, emeğimin, kıdemimin
takdir edilmediği bu dernekten istifa edip ayrıldım. Bu yazı da bir ay önceki
istifa mektubumun “gerekçeli kararı”dır.
İzninizle
bir fıkra ile de bitirelim, gülümsetirken düşün-dürtelim.
Kadının
biri çoklu anomali ve deformitesi olan çocuğunu doktora götürmüş. Ne
yapılabileceğini sormuş. Doktor; “Hanımefendi lütfen sizi muayene masasına
alalım” deyince kadın; “Ama doktor bey, hasta olan ben değilim” deyince doktor
demiş ki: “Biliyorum, fakat çocuğunuz için yapılabilecek fazla bir şey yok.
Eşinizle konuşun ve yeni bir çocuk için harekete geçin, nasipse sağlıklı bir
çocuk sahibi olabilirsiniz”. “Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna
az”dır.